Instagram

26 Temmuz 2016 Salı

Venedik Adaları (Bölüm 2)

  Venedik gezimizin son gününde ise aslında kendisi de bir ada olan Venediğin etrafında kardeş adalarını gezdik. 20 euro karşılığında günlük sınırsız deniz ulaşımı biniş hakkı veren biletimizi aldıktan sonra, adalara gitmenin yanında bu bilet sayesinde o kanal senin, bu kanal benim gün boyu gezdik. Biz bu adalara gidip gitmeme konusunda ufak bir tereddüt yaşadık ama gitmesek çok fazla şey kaçırmış olacakmışız, sakın tereddüt etmeyin. Venedik adaları, Venedik gezisinin bir parçasıdır ve oraları görmezseniz geziniz tamamlanmış olamaz.

 

  Bu adalar içinde ilk durağımız Murano adası oldu. Bu ada aslında turistik özelliğini cam üreticiliğinden alıyor. Venedik'te sık sık göreceğiniz ustaca üretilmiş cam eşyaların ve süslerin üretim merkezi tam da burası. 1291 yılında Venedik cam üreticileri imalathanelerini buraya taşımış. Bu taşınmanın sebebi ise olası bir yangın ihtimali ve cam üretiminin aşırı duman çıkarması. Burada bir çok halka açık cam sergileri var ve birbirinden ilginç eserler görmek mümkün.


  Bu ada ayrıca dünyaca ünlü Rayban gözlüklerinin çıkış noktası. Tüm bu cam üreticiliğinin yanında ada Venediğin minyatürü gibi, kanalları ve binaları çok benzer ancak yıllarca çıkan bu duman sanki binalara ve adaya çökmüş. Karamsar bir havası var. Adanın kendisi görmeniz için yeterli güzelliğe sahip olsa da vaktiniz varsa burada ki Cam müzesini ziyaret edebilirsiniz



  Murano adasından yarım saatlik bir deniz yolculuğu ile Burano adasına geçtik. Burano bu adalar içinde en güzeli olarak bilinir ve ben de buna katılıyorum. Burano adası bir balıkçı kasabası, eskiden balıkçılar yollarını kaybetmeden adayı bulabilsinler diye adada ki evleri rengarenk boyamışlar şimdi ise bu onlara turizm olarak geri dönüyor. Sıradan evleri sadece temiz tutarak ve boyayarak neler yapılabileceğinin, bir mahalleyi, adayı güzel yapmanın aslında ne kadar da kolay olduğunun kanıtı adeta Burano adası. Baktığınızda alt tarafı boyalı evler gibi gözükse de o çeşitlilik adanın tümüne yayılıyor ve sizi içine çekmesi çok zor olmuyor. 


  Burano adasının bir diğer özelliği ise dantel işlemeciliğidir. Ada da küçük dantel dükkanları var, annelerinize güzel birer hediye alabilirsiniz. 

  Burano adasını da bitirdikten sonra Venediğe döndük, dönüş yolunda sol tarafımızda kalan büyük adanın ismi Lodi. Bu ada turistik özellikten çok bir yaşam yeri, plajları da olan bu adadan Venediğin harika bir manzarası gözüküyor olsa gerek. 
 Venediğe vardığımızda hava kararmak üzereydi ancak bizimde 2 saatimiz daha vardı ve bir Büyük Kanal gezisi yapalım dedik. Sudan Büyük Kanalı hava kararmak üzereyken ve kıyıda ki tüm saraylar ışıklarını açmışken gezmek inanılmaz bir deneyimdi. Telefonum o güzelliği doğru aktarmadığı için söyle bir resim göstermek daha adil olacaktır. 




-Halit Emre Tüter

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Venedik Gezisi (Bölüm 1)



   Bu yazıda diğer yazılarımdan farklı olarak, Venedik hakkında bir ön bilgi paragrafı yazmayacağım. Zira kendisi dünyanın en ünlü ve en çok merak edilen şehirlerinin başında gelir. Venedik çok güzel ama çok büyük bir şehir değil, ideal bir Venedik gezisi için 2 gün yeterli olmakla beraber tabi ki bu sayı arttırılabilir. Biz 2 günlük bir gezi yaptık. Gezimizin ilk günü Venedik, 2. günü ise adalar içindi.  Venediğe gitmeden önce pek çok kişi bunu bilmez ama etrafında ki adalar da Venedik kadar güzel ve turistiktir. Venedik'te kalacak yer sorunuza ise çok işinize yarayacak bir cevabım var. Camping Rialto, size Venedik şehir merkezine otobüs ile 10 dk mesafede gecelik 30 tl ye kaldığımı söylesem şaşırabilirsiniz. Özellikle yazın gidecekler için çok ideal bir konaklama şekli, kışın gidecekler için soğuk olabilir.



   Bildiğiniz gibi adanın içinde her hangi bir otomobil veya yol yok.  Şu an da camdan dışarı baktığınızda göreceğiniz tüm sokakların su kanalı, tüm araçlarından ufak tekneler veya gondollar olduğunu hayal edin. Tabi o güzelim, tarihi İtalyan evlerini ve oluşturdukları havayı hayal etmek biraz güç. Adada ki en önemli ve tüm merkezden geçen kanal ise Canal Grande (Büyük Kanal). Venedik gezimiz de bize önderlik eden yol tabi ki Büyük Kanal, tam anlamı ile adanın kalbi ve 170 den fazla saray, köşk ve her biri mimari birer harika olan yapılar bulundurur ve bu kanalı takip ederek adada ki hemen hemen bütün turistik bölgelere ulaşabilirsiniz. Büyük Kanal üzerinde 4 tane köprü bulundurur bunlardan en eskisi ve önemlisi olan Rialto Köprüsü aynı zaman da şehrin en önemli simgelerinden birisidir. Biz oradayken maalesef köprü tadilatta idi. Bu mühendislik harikası köprü 1591 yılında yapılmıştır ve hala ayaktadır.

 
  Rialto köprüsünden sonra büyük kanalı takip ederek Venedik'te ki en önemli 2. köprü olan Akademi köprüsüne geliyoruz. Bu köprünün en önemli özelliği ise Venedik'te ki en ünlü manzaralardan birine sahip olması. Ayrıca ismini aldığı Akademi (Accademia) bölgesi ise sanatsever bir insan iseniz görmeniz gereken yerlerin başında geliyor. Burada yine bölgeye ismini veren çok büyük bir sanat galerisi bulunur. Aşağıda ki resimde arkamda görmüş olduğunuz yapı ise 17. yüzyıl da Meryem ana için yapılmış olan Santa Maria della Salute Bazilikası, Venedik'te ki en önemli dini yapılardan biridir.

    Akademi Köprüsünden sol tarafa geçip güzel sokaklar eşliğinde 10 dakikalık bir yürüyüşten sonra Venediğin, hatta tüm İtalyanın en önemli meydana geliyoruz. San Marco Meydanı , Napolyonun deyimiyle "Avrupanın Çizim Odası" içinde San Marco Bazilikası, Dükler Sarayı ve ünlü çan kulesini barındırır. Bu vardığım da hissettiklerim en güzel anılarım içinde yer alır. Bu meydan sanki sadece insanları etkilemek amaçlı yapılmış gibidir. Venedik'te ki en alçak nokta olan bu meydan Ekim-Mart ayları arasında suların yükselmesi sonucu sular altında kalır. Gezi tarihinizi buna göre ayarlamanızı öneririm. Biz Nisan ayında gittik ve bir sorun yaşamadık.



   Her önemli yapıda ismini duyduğumuz San Marco ile ilgilide ufak bir araştırma yaptım. San Marco Hz. İsa'nın 12 havarisinden biridir. 4 incilden birini yazdığı söylenir. Rivayetlere göre San Marcoya rüyasında "Venedik'te huzur bulacaksın." denilir ve San Marco öldükten sonra Venediğe gömülmesini vasiyet eder. Mısırda ölüp İskenderiye'de gömülen San Marconun vasiyetini gerçekleştirmek için 2 venedikli tüccar San Marconun kemiklerini ve bazı önemli eşyalarını kaçırıp Venediğe getirirler ve San Marco Bazilikasının yapımına başlanır. San Marco Bazilikası, Bizans Mimarisinin yaşayan en önemli örneklerinden birisidir. "Altınların Kilisesi" olarak adlandırılan bu yapı benim de canlı olarak gördüğüm yapılar içinde en ihtişamlı olanlarının başında gelir. Tavanındaki altın renginde mozaiklerin kapladığı alan 4000  metrekareden fazladır. Hikayeye göre bir diğer Bizans harikası olan Ayasofya ilham alınarak yapılmıştır ve içinde altından yapılma heykeller bulunur. Bazilikanın tepesinde bulunan bronzdan yapılma "Mahşerin 4 atlısı" olarak adlandırılan heykellerin orjinalleri de bazilikanın için de ki müzede sergilenmektedir. Yapının dikkat çeken özelliklerinden birisi de gotik bir yapı olmamasına rağmen hemen yanında ki gotik mimariye sahip Dükler Sarayına uyum sağlaması için kurşunla kaplanmış olan kubbeleridir. 
  Dükler Sarayı ise bu meydanda ki bir diğer önemli yapıdır. Yapımı 954 yılına kadar uzanan bu yapı ilk olarak küçük bir şato olarak inşa edilmiş daha sonra büyütülerek saraya çevrilmiştir. İngiliz yazar John Ruskin bu yapıyı "Dünyanın Merkezinde ki Yapı" olarak adlandırmıştır. Asıl yapım amacı ise Venedik Cumhuriyetinin ihtişamını tüm konuklara göstermektir. Bugün ise müze olarak hizmet verir. Fazladan vaktiniz var ise giriş ücreti 16 euro.  


  Aziz Mark Çan Kulesi'ni ise görmeniz gereken bir yer olarak tanımlamak istemiyorum çünkü 99 m yükseliğinde Venedik'te her yerden gözüken bu kuleyi istemeseniz de görmemeniz imkansız. Üzerine çıkıp her yeri görebileceğiniz bu kulenin ilginç bir özelliği ise şöyle ifade edilir "Aziz Mark Kulesinden bakınca Venedik artık Venedik değildir çünkü Kuleden tüm Venedik gözükse de tek bir kanal bile gözükmez.". Aziz Mark Çan Kulesi 1549 yılında yapılmış ancak 1902 yılında yıkılmıştır. 1912 yılında yeniden yapılan kulenin yıkılmadan önceki hali çok daha anlamlıdır. Yıkılmadan önce 5 tane farklı anlamlara sahip çanı bulunan kulenin bugün sadece "Marangona" isimli çanı sağlam kalmıştır ve günde 2 kez çalıp, mesai saatlerini gösterir. Tabi ki bu hikaye beni diğer 4 çanı araştırmak zorunda bıraktı. "Trotteria" isimli çan büyük konseyi toplantıya çağırmak için kullanılırmış. "Maleficio" adlı çan ise infaz yapılacağı zaman çalarken, "Mezza Terza" senatonun toplanacağını bildirirmiş. "Nona" ise isminden anlaşılacağı üzere gün ortasında çalarmış. Kulenin bir diğer önemi ise Galileo ilk kez teleskobu senatoya 1609 yılında bu kulede teslim etmiştir.  
  Yine bu meydanda bulunan Saat Kulesi ise önemli noktalardan biridir. Tepesinde her saat başı çana vuran bir yaşlı ve bir de genç adam heykelleri bulunur ve zamanın nasıl aktığı mesajını veren heykeller gördüğüm en anlamlı heykellerin başında gelir. Ayrıca yine bu saat kulesinde yılda 2 kez, 3 sihirbaz ve trompet çalan bir melek üst kata çıkarak Meryem ana ve Hz. İsa  heykellerini selamlayıp arka kapıdan kaybolurlar. 
  
  

  Bu 2 kuleden denize doğru devam edince ise karşımıza arkamda bulunan 2 sütun çıkıyor . Bu sütunlar sular yükseldiğinde denizciler için kapı görevi görüyormuş aynı zamanda ise sol taraftaki sütunun tepesinde şehrin ilk koruyucusu Bizans Kraliçesi Teodora heykeli ve sağdaki sütunun tepesinde ise şehrin yeni koruyucusu ismini sıkça duyduğunuz San Marcoyu temsil eden bronz bir aslan heykeli bulunur. 
  . 
 İleride ki temsili kapıdan geçince karşıda ki adada gözüken büyük kilise ise San Giorgio Maggiore Kilisesidir ve gondollarla beraber güzel bir manzara oluşturur. Ayrıca kilisenin önünden de Venediğin ünlü bir panoramasını görebilirsiniz. 


   Sola doğru dönüp adalar manzarası ile devam ederken yine sol tarafımızda çok ünlü bir yapı ile karşılaştık, Ahlar Köprüsü, Dükler sarayının arkasında bulunur ve sarayı hapishaneye bağlar. İsmi ise saraydan hapse doğru giden mahkumların köprüden son bir kez Venediğe bakıp iç geçirmesinden gelirmiş. 


  Venediğin bu kıyı şeridinin de meydan kadar etkileyici olduğunu söylemek isterim, karşıda ki adalar ve meydana giden bu eski şeritte 10 m de bir adanın içine doğru akan kanallar ve küçük köprüler insanı büyülemek için fazlasıyla yeterli. Kıyı şeridinde devam edince karşımıza büyük bir kanal daha çıkıyor, denizden şehre doğru akan bu kanalı takip edince ise çok önemli bir yapıya daha merhaba diyoruz.. 
  Venedik Tersanesi (Arsenal), Dante'nin İlahi Komedyasının Cehennem bölümünde de geçen bu tersane Venedik İmparatorluğunun kalbi olmuştur. Bir çoğu Osmanlı İmparatorluğuna karşı da kullanılan bir çok önemli gemi burada üretilmiştir. Her yeri yıkmasıyla karşımıza hemen her yazıda çıkan Napolyon bu tersaneyi de işgali sırasında yıktırmış, fakat daha sonra tekrardan inşa edilmiştir. 


  Bu önemli yapıların yanında size tavsiyem Venedik'te kaybolun, hepsi birbirinden güzel kanallar, daracık sokaklar ve köprülerin sizi başka bir diyara götürmesine izin verin, burası bir ada dolayısı ile sınırları belli ve yolunuzu kaybetmenize imkan yok, siz sadece kendinizi kaybedip tadını çıkarın. 


  Tüm bu yapılardan sonra size Venedik'te görülmesi gereken yerler bu kadar demek isterdim ancak değil. Tüm anlattığım gezimizin sadece yarısıdır. 2. kısımda ise Venediğin olmazsa olmazı, kardeş adalarından bahsedip bu sefer onların sokaklarında kaybolacağız.


-Halit Emre Tüter

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Kız Kalesi (Bratislava)

 


   Bratislava'yı gezdikten sonra eğer vaktiniz var ise görmeniz gereken en önemli yapı Devin Kalesi, daha doğrusu bu çok önemli kalenin kalıntıları ve bulunduğu önemli bölge. Devin Kalesi fantastik filmlerde ki abartı yapılara meydan okur gibi 212 m yüksekliğinde sarp bir kayalık uçuruma yapılmış, görenleri hayrete düşürmesinin yanında çok önemli bir stratejik konuma sahip, tüm bölgeyi kontrol eden görkemli bir yapı iken, bugün oraya gittiğiniz de göreceğiniz şey bu kalenin kalıntılarıdır ancak bu kalıntılar bile insanı etkilemek için yeterli.



  Devin Kalesi günümüz de Slovakya'nın en önemli miraslarından biri olarak görülüyor ve yerel halkın en çok ziyaret ettiği yerlerin başında geliyor. Özellikle hafta sonları Bratislavada yaşayan ailelerin çocukları ile buraya gelmelerinin bir diğer sebebi ise mükemmel doğası ve manzarası. Kale Danube ve Morava nehirlerinin birleştiği noktada, Avusturya ve Slovakya sınırında bulunur. Resimde gördüğünüz nehrin sol tarafı Avusturya.

  Kalenin yapımına 864 yılında Büyük Moravia Krallığı tarafından başlanmıştır. Daha sonra Macaristan İmparatorluğu ve Çekoslovakya sınırları içinde yer almıştır.Kale 1809 yılında Napolyon ordusu tarafından bombalandı. Kalenin ismi Slovak dilinde deva (kız) kelimesinde gelmektedir yani Türkiye de olsaydı ismi Kız Kalesi olacaktı. Hatta kalenin gözcü kulesi Maiden Tower (Kız Kulesi) olarak adlandırılır. Bu isim ise ailesi damadı öldürünce kuleden atlayan bir gelinden gelmektedir.


   Kaleyi 2 kısımda gezmek daha mantıklı. 1. kısım girişi ücretli olan kalenin iç bölgesi. Günümüzde burada bir de müze var. Kapanış saati mevsime göre 16:30-18:30 arası değişir ve giriş ücreti 4 euro. Girişte 4. yüzyıldan kalma bir küçük kilise var. Kilisenin arkasından yürümeye devam edince doğası çok korunmuş bir bölge var hatta burada bir çok dağ keçisi gördük. Kalenin üst bölgesine gelince ise burada sizi güzel bir sürpriz bekliyor, içme suyu. Bu çeşme 15. yüzyıldan beri kaleye su sağlıyor. Çeşmeyi geçip ilerleyince karşımıza kalenin nehir kenarına açılan kapısı çıkıyor, çok büyük bir kapı değil ama kalenin sınırlarını belirlemesi açısından önemli. 
  Müze,kilise ve çeşme kale içinde ki başlıca yerler ve 1.kısmı oluşturuyor. 2.kısım ise kalenin etrafında dolanan nehir kenarından geçen bisiklet yolları. 2 nehrin kesiştiği noktada görülmeye değer.
Tüm bölgeyi saran bisiklet yolları Bratislavadan 10 dk uzaklıkta olan bu bölgede şehrin gençlerinin en sevdiği yerlerden biri, sürekli olarak yarışlar ve etkinlikler düzenleniyor. 





  Kaleye ulaşım Bratislava'dan 29 numaralı otobüslerle sağlanıyor ve sadece 10 km uzaklıkta, ulaşımı kolay olan bu bölge güzel manzarası ve tarihi esintileri ile Bratislavada görülmesi gereken yerlerden biri. 


-Halit Emre Tüter



8 Temmuz 2016 Cuma

Sevimli Bir Şehir (Bratislava)

 
    Bratislava, Avusturya ve Macaristanın ortasında iki ülkeyi birbirine bağlayan, kendisi küçük fakat tarihi büyük bir şehir. Slovakya'nın başkenti olan şehir, içerisindeyken başkent olduğunu hissettirmez. Tarihi büyük ve önemli olunca bana kendini sevdirdi, umarım sizde beğenirsiniz. Genel olarak Viyana'dan 1 günlük gezi şeklinde tercih edilen Bratislava tarih boyunca Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun taç giyme yeri olmuştur. 11 Avusturya-Macaristan imparatoru ve kraliçe Maria Theresa burada bulunan St. Martin Katedralinde taç giymiştir. Bu kısa bilgilerden sonra gezimize başlayabiliriz.

   Bir turist olarak Bratislava'yı 1 günde gezebilirsiniz hatta 1 gün bile fazla gelebilir ancak vaktiniz var ise daha uzun bir gezi planı da sizi sıkmaz çünkü şehir küçük ama bir o kadar da güzel.

  Gezi planımızda 2 ana merkez var. Eski şehir merkezi ve Bratislava Kalesi. Biz geziye otelimiz yakın olduğu için Eski Şehir Merkezi (Staré Mesto)dan başladık. Bu bölgede çok büyük ve güzel diyebileceğimiz bir yapı olmamasına rağmen genel olarak eski küçük bir orta çağ bölgesi diyebiliriz. Her Avrupa şehrinde Eski Kasabada bulunan genelde en güzel ve en önemli yapı (City Hall) bile neredeyse diğerleri ile aynı gözüküyor.


  Bratislava da şehrin en turistik özelliği her köşeden karşınıza çıkabilecek heykeller. Mesela yukarıda ki resimde banka yaslanmış bir Napolyon Bonapart heykeli vardır. Çok şaşırtıcı olmasa da Napolyon zamanında bu şehri de ele geçirmiştir. Hatta merkez binasının üzerinde şehir kuşatma altındayken atılmış bir gülle hala durmaktadır. Bir diğer önemli heykel ise sokaklara mutluluk getirmesi için şapkasıyla insanları selamlayan palyaçonun oğlu Schöner Naci heykelidir. En ünlü ve simge haline gelmiş heykel ise Cumil. Rögar kapağından kafasını çıkarıp poz veren bu heykel eski şehrin tekrardan yükselişini simgeler. Burada da öğrendiğim komik bir hikayeye göre bir kaç gez arabayla üstünden geçilmiş ve zarar ve görmüş bu heykelin tepesine en son uyarı tabelası koymuşlar ve nihayet heykel sağlam kalmış. 


  Merkezde görülmesi gereken önemli bir yapı ise St. Michael Kapısı, şehrin eski dönem de ki 4 kapısından sağlam kalmış tek kapı olan bu yapı şehrin tarihinin ve geçmişinin simgelerinden birisi olarak yıllara meydan okuyor. Altında ki haritada tüm büyük şehirlerin yönü ve bu noktaya olan uzaklığı gösteriliyor. İlgilenenler için İstanbul'a olan uzaklığı 1231 km. Aşağıda ki resimde yolun sonunda bulunan kule St. Michael Kapısı.


   Şehir merkezinde bulunan St. Martin Katedrali görmeniz gereken bir diğer yapı. Daha öncede bahsettiğim gibi bu katedralin en önemli özelliği 1560-1830 yılları arasında kralların taç giydiği yer olmasıdır. Dışarıdan baktığınızda çok bir özelliği yoktur hatta gotik mimariye sahip olan bu yapının gotik olduğunu bile anlamak zordur. Tepesinde saf altından Macaristan İmparatorluğunun tacının kopyası bulunur. Slovak bir arkadaşımın anlattığına göre bu tacın kopyası o kadar büyüktür ki aynı anda 4 tane at etrafında bir tur atabilir. Ağırlığının ise 150 kg olduğu bilimsel bir gerçektir.



  Şehir merkezini gezdikten sonra hemen hemen her sokaktan gözüken, tepeden şehre gülümseyen Bratislava Kalesine doğru 15 dk dakikalık bir yürüyüş var. Ancak kaleye ulaşmadan önce arada gerçekten rahatsız edici, turizm ve şehrin güzelliği adına büyük darbe olan bir yapı var. Novy Most (Yeni Köprü ), tıpkı Prag gibi komünizm işgaline uğrayan bu şehirde, şehir atmosferi ve düzenine büyük bir darbe vuran bu yapı komünist yönetim döneminde dine darbe vurmak için St. Martin Katedralinin hemen dibine yapılmıştır ki bu benim tüm Avrupa da gördüğüm en yersiz yapıdır. Tepesinde ki kulesi ve tam merkezden geçen otoyolu ile şehrin tarihi dokusuna büyük darbe vurmaktadır. Aşağıda ki resimde normalde bir orta çağ mahallesi ile bağlantılı olan sağ tarafta ki kale ve sol tarafta ki eski kasabayı birbirinden ayıran otoyol açıkça görünmektedir.



   Son olarak akşam üstü Bratislava Kalesine ulaştık, Benim için şehrin en önemli yapısı ve simgesi olan bu kale öyle gözükmese de 9. yüzyıl da yapılmıştır. Yeni gözükmesinin sebebi ise büyük bir yangın geçirip 1964 de restore edilmesidir. Arka tarafta ki koruma duvarları eski ve zarar görmemiş haldedir ve bu restore edilmiş kalenin beyaz duvarlarından daha güzel gözükür. Burada ki manzara ise gerçekten huzurludur, özellikle arka tarafın manzarası yemyeşil ve nehrin karşı tarafında ki toplu konutlarla karşılaştırınca çok güzel gözükür. Günümüz de bu kale, tarih müzesi olarak kullanılır. 


   Kalenin yangın sebebi bilinmiyor bu neden ile ortada çeşitli hikayeler var. Yaptığım bir araştırmada bir hikayeye rastladım. Çok inandırıcı olmasa da en yaygın olan bu söylentiye göre, bir akşam kalede İtalyan aşçılar makarna pişirirken şarabın etkisiyle kendilerinden geçmişler ve çıkan yangında tüm kale zarar görmüş. Ben de doğruluğunu öğrenmek için İtalyan bir arkadaşıma bu hikayeyi sorduğumda bana 'kaleyi bilmem ama eminim ki makarna lezzetli olmuştur' dedi. Benim bu cevaptan çıkardığım, eğer aşçılar da benim arkadaşım gibi rahat ise bu hikaye doğru olabilir. 

  Sonuç olarak ben Bratislava seyahatimden memnun kaldım, eskiden daha güzel olduğuna şüphe olmasa da, şimdi ki hali de gayet sevimli. Bratislava için doğru tanım bence 'sevimli bir şehir', hem küçük hem de güzel.



-Halit Emre Tüter